Bu Blogda Ara

24 Mart 2013 Pazar

DOĞA NEREDE, ( Where is The Nature)


DOĞA NEREDE, ( Where is The Nature), T.Ü.Akrilik, 150x150,2012

(You and Us)


SEN VE BİZ, (You and Us), T.Ü.Akrilik, 180x200,2012

'Tom Nerede?', Akrilik, 150X150,2013

Kutuba Yolculuk, (Pole Trip)


  Kutuba Yolculuk, (POle Trip), T.Ü.Akrilik, 150X150,2012

AV SAHASI, (Shooting)


AV SAHASI, (Shooting),  T.Ü.Akrilik, 150x150,2012

Her şey senin içinde

İnsan mizacını neye borçlu?
Doğadan kopuş ne zaman başladı?
İçimizdeki hayvan evcilleşti mi?
Biz hep doğadan rol mü çaldık?  Yoksa doğamız mı böyle?.....
Artık doğayı anlamak için daha fazla sebebimiz var. Çünkü doğadan kopuş sürecinde öyle bir noktaya geldik ki, mizacımızın ne olduğunu bile belirleyememekteyiz. İnsanlar arasında anlam arayışı belirsiz bir süreklilik halinde devam etmekte. Her şeyin başlangıcı olan doğa, her şeyin tanımlayıcısıdır aslında. Oysa ki biz, insani tanımlar üzerinden yarattığımız durumlarla, bencil bir varlık olduğumuzu bütün ihtişamımızla göstermekteyiz. Vahşi hayvanlardan kaçarak sığındığımız ilk ağaç, evimiz oldu. Sonra sabırla bekledik, dallardaki bütün yaprakları tükettikten sonra, bir sabah baktık ki inmek için güvenli bir gün doğmuş. Bir hesap, bir plan yapmalıydık. Çünkü bitmek tükenmek bilmeyen ihtiyaçlarımızın peşine düşmeliydik. Biz ve vahşi doğa arasında bir hesap işliyordu, böyle olmayacaktı, insan olmanın kudreti doğaya meydan okumaktan geçiyordu. Doğanın her denge arayışı bizim için felaket sayıldı. Biz de kendi güvenli mega kentlerimizin inşasına başladık. Sonra arkası gelmeyen büyük medeniyetler inşa ettik. Ve hala dur durak bilmeden dünyayı dizayn etmeye devam etmekteyiz.
Tarih boyunca kendimizi hep hayvanlarla kıyasladık. Yaban hayattan korkarak, ardımıza baka baka kaçarak kurduğumuz bu medeni dünyaya o kadar hızlı koştuk ki, artık bu koşu anlam değiştirdi ve dünyaya meydan okumaya kadar geldi. Sonra bir şeyleri anlamak için durduk ve artık tanrıyı inşa ettiğimizi anlamaya başladık. Doğadan kopmasaydık beklide asla gerçek bir tanrı fikri yaratamayacaktık. Belki de aklı taşıyor olmanın sorumluluğu, bütün bu serüvende bizim konumumuzu ve kaderimizi belirledi. Öncülü ister evrim, isterse yaradılış olsun, sonuç insanın mizacı ise, onu belirleyen uygarlığın tarihine bakmak lazım. Bizi inşa eden hayvan yanımız ise neden bu kadar doğaya yabancıyız. Eğer insan olmanın gereğini yaptığımıza inanıyorsak, artık bizi durduracak hiçbir güç yok gibi…
Son dönem izlediğim belgesellerde doğanın detaylarına bakınca gerçekten hayranlık duymamak elde değil. Sadece bir izleyici olarak bakabildiğimiz bu çeşitlilik karşısında, övündüğümüz medeniyetimiz bu kadar cazip değil. Aklın olasılıklarıyla aradığımız bütün anlamlar karşısında, doğanın kendiliğinden işleyen mükemmelliğinin anlamı her seferinde baskın geliyor.  Peki tek hücreli bir canlı olarak başladığını var saydığımız bu süreç nereye evirildi? Kültür üzerinden medeniyet adına neyin değerlendirmesini yaparsak yapalım, dönüp tekrar doğaya bakmak gerekiyor. Çoğu zaman teselliden ve özlemden ibaret olan doğa yaklaşımı, asla içinde kalamayacağımız kadar uzak görünüyor. Asla zorluklarına talip olmadığımız koşullar, konforumuz bozulmadan içine girip çıktığımız başkalaşmış bir ortama dönüşmüş durumda.
Son dönem çalışmalarımda ele aldığım, kendi karakterimiz üzerinden tanımladığımız hayvan karakterleri, neredeyse evrensel benzerlikler içermektedir. Tıpkı insanlar olarak birbirimize yaptığımız gibi, onları da kendi karakterlerimizin bir parçası yaptık. Neredeyse en çok faydalandıklarımızı en çok aşağıladık (tavuk, eşek, koyun, inek, vs). Fakat en çok korktuklarımızı en asilleri yaptık (aslan, kaplan, ayı, kurt, vs). Haddimizi çok aştık ve tüketeceğimiz her şeye saldırdık, avladık. Çünkü yaratılan ya da var olan her canlının insanın hizmetinde olduğu fikrine inandık. Peki bu kadar cömertliği hak ettiğini düşünen biz insanlar kimin için varız. Bütün bunlar tanrı bizi görsün diye mi? yoksa zamanda sürekli ilerleme arzusu mu? En iyi cevap insan aklının hiçbir cevapla yetinmediği gerçeğidir.
Evcilleştirdiğimiz bir çok hayvan ile yüksek derecede çıkar ilişkisi kurmuş bulunmaktayız. Çünkü hepsinden bir çıkarımız mevcut. Hatta öyle ki, insanlığımızın tesellisini bile onlar üzerinden aramaktayız. Bütün bunların basit bir hayvan sevgisi ve doğayla olan saf bağımız olarak görmüyorum.. Elbette ki bir diyalog gerekli ama bu bizim bütün kurallarını belirlediğimiz bir diyalog değil. Doğanın kurallarının içinde kendi yerimizi aramamız gerekiyor. Biz kendi medeniyet kalelerinden bu oyunu sürdürürken, doğa bizimle hesaplaşmak için her zaman bir yol bulmaktadır. Doğanın felaketi, düzenin adaleti için bir denge arayışıdır.
Asla kendi gerçeği ile yaşamayı düşünmediğimiz hayvan imajları, konforlu yaşam alanlarımızda gururla ruhumuzu okşayan medeniyetimizin başarısının temsili niteliğinde. Aynı zamanda kat ettiğimiz mesafenin de bir göstergesidir. Atalarımız tarafından temelinde din ve büyünün etkisiyle tasvir edilen yaban hayat imajları, artık etkisinden büyük ölçüde kurtulduğumuz korkuların romantik tasvirleridir. Yaban hayat, iyi ki evdeyim hissiyle karşımıza koyduğumuz, medeniyetin mücadelesinin bir sembolüne dönüşmektedir. Uygarlığın doğayı kontrol etme çabalarının sembolik göstergeleridir. İçgüdüsel olarak korkularımızın kaynağı olan vahşi doğaya karşı, konumumuz artık sarsılmaz niteliktedir.
Ne birebir içinde olduğum ne de sürekli gözlemlediğim bir doğanın içerisindeyim. Her şeye, kent koridorlarında dolaşıp duran, medeniyet postu giymiş sanallıkla bakıyorum. Aradığım her gerçeklik fikri, sadece kafamda kurguladığım kadar gerçek oluyor. Bağımlısı haline geldiğim sanallık, artık kendi doğam haline geldiği için, yaşadığım ve tükettiğim her şeye aynı sanal değeri biçiyorum. Seçtiğim bütün vahşi hayvan figürleri de aynı sanal dünyadan ulaştığım imajlardan ibaret. Ama onları dünyama bu şekilde de olsa kattığımda, içimdeki bir çok şeyi harekete geçirdiklerini söyleyebilirim. Doğanın karakterine temas eden ve özünde neyin parçası olduğumuzu hatırlatan bir samimiyet inşa ettiğim söylenebilir.
Sanatsal süreçte nesnel gerçeklikten, soyut ve kavramsal gerçekliğe evirilmiş bulunmaktayız. Tinsel bir varlık olarak piramidin tepesinde egomuzu okşayarak yaşamaya devam etmekteyiz. Doğa ve hayvan tasvirlerinin ilkel benliğimizin bir uzantısı olduğunu söylemek yanlış olmasa gerek. Ancak şimdiki medeni dünyamızın yaklaşımı atomik bilincin evrimini bile deşifre ederken, bu ilkel kaygılarla doğa anlayışı pek anlamlı gelmeyebilir. Beklide hiçbir şeyi yargılamadan koşullara adapte olarak yolculuğa devam etmek en güzeli. Fakat ‘doğa’ her zaman en güzel teselli alanı olmaktadır. Eğer biz suçluysak, doğayı da kendi gibi davrandığı için suçlamaktayız. Ve vahşi olanın görüntüsü bizim doğayla olan mesafemizi göstermektedir. Evcil olanın görüntüsü ise; varlığımızı sürdürmek için inşa ettiğimiz ‘faydacı’ anlayışın göstergeleridir.
Metin: Şevket Arık